Yangın yolu aydınlatır bazen…
Adanın kıyılarındaki taş evler, denizin hırçın dalgalarıyla savaşa tutuştuğu
zamanlarda bile sakin ve huzurluydu. Her sabah güneş, adanın üzerinden doğar,
balıkçılar ağlarını hazırlarken denizin tuzlu kokusu havayı sarar, akşamları ise kıyıya
vurmuş kayıkları ve olgunlaşan balıkları izlerken gün biterdi. Adada yaşayan herkes
birbirini tanır, hayatı basit ama bir o kadar da güçlü bağlarla şekillendirirdi. Ancak o
sabah, adanın üzerinde kara bulutlar sarmış, sanki uğursuz bir şeyler görünmez bir
şekilde dolanıyordu.
Rüzgârın şiddeti, beklenmedik bir şekilde artmıştı. Denizin çalkantılı dalgaları,
balıkçılara alışık olduklarından daha zorlu bir mücadele sunacaktı. O sabah gün
ağarmadan, kimse bu fırtınanın ardında neyin gizli olduğunu düşünmeden işine
koyuldu. Ağlar hazırlandı, kaptanlar tayfalarını topladı, gırgırlardan oluşan büyük bir
filo denize açıldı.
Av yasağı kalkalı birkaç gün olmuştu. O yaz adaya beklenenden az turist gelmiş,
koyları gezdirme işinden kazanç sağlanamamıştı. Çok zorlu bir sezon geçirmişlerdi.
Ada halkının rızkını her zaman deniz verirdi. Hava koşulları ne olursa olsun vira
bismillah derler yola çıkarlar, deniz onlara ne verirse kabul ederlerdi. Onlar ada
çocuklarıydı.
Adadaki tüm erkekler denize rızkını aramaya çıktığı için, sadece kadınlar ve çocuklar
kalmıştı karada. Evlere dağılmak istemediler hemen. Giden kocalara, oğullara ve
babalara ufukta kaybolana kadar baktılar. Zordu orada yaşam, ana karadan
uzaklardı. Adanın konumu gereği hemen hemen her zaman şiddetli olan dalgalar
yüzünden haftada bir gün yapılan seferi ertelenmesine neden olurdu. Geciken ya da
ertelenen seferler zor olan şartları iyice çetin hale getiriyordu. Balıkçılıkla geçinen
adalıların diğer tüm ihtiyaçları bu yolla sağlanıyordu. Adı üstünde Ana kara. Onunla
temas azaldıkça küçük kara parçası insanını tüketiyordu. Orada doğan bilirdi, Deniz
isterse verir istemezse alırdı. Denizle savaşır, denizle sevinir bazen de denize
sevdiklerini verirlerdi. Onlar ada çocuklarıydı. Bu yazılı olmayan kanunu bilerek
yaşarlardı.
Çok geçmeden, uzaklardan bir duman yükselmeye başladı. İlk başta kimse buna
anlam veremedi. Ama duman, kısa sürede giderek büyüdü, kara bulutlara dönüştü.
Adadaki balıkçılardan birinin evi, tek katlı ahşap evlerden biri, alevler içinde kalmıştı.
Genç bir balıkçı olan Ali ve ailesinin yaşadığı evdi yanan. Adanın en eski evlerinden
birine sahip olan babası, yıllarca balıkçılık yapmış, tüm ömrünü adanın bu sakin

yaşamında ve fırtınalı sularında harcamıştı. Sonunda büyük bir fırtınada hayatını
kaybetmişti. Denize verilen canlardan bir tanesiydi. Balıkçılar için olağandı, doğum
kadar olağan. Azgın dalgalara yenilmekte vardı onların yazgılarında. Adeta denizle
yapılan bu sessiz sözleşmeyi bilirler ve kabul ederlerdi küçücük bir çocukken.
Meydandaki kadınlar birden bağırıp o yöne doğru koşmaya başladılar. “Hasan
Dede’nin evi yanıyor!” diye bağırdı bir çocuk korku içinde. Birkaç kişiyle birlikte hızla
yangına doğru ilerlediler. Ama adanın dar yolları, dumanın yoğunluğu içinde bir yılan
gibi sarıp sarmalamıştı her tarafı. Alevler, kuru otlar ve odunlarla besleniyor, hızla
büyüyordu.
Ali’nin karısı Seher seslendi: “Herkes yardım etsin! Yangını söndürmek için bir şeyler
yapmalıyız!” Ama rüzgâr ve fırtına, alevlerin büyümesine neden oluyor, her şey daha
da tehlikeli hale geliyordu. Adadaki her evin arasına sıkışmış patikalarda, panik içinde
koşuşan insanlar vardı. Küçük bir ada olduğu için kimse dışarıdan yardım alacak
durumda değildi. Zira kadınlar ve çocuklar ne yapabilirlerdi bu durumda.
Yangın diğer evlere sıçradı. Elleriyle diktikleri ağaçlar, çiçekler tutuşmaya başladı. Taş
evlerin; ahşap çerçevelerini, nakışlı perdelerini, döşeklerini, özenle giyinip kuşanılmış
fotoğraflarını, çeyizliklerini, her şeyi yalayıp yuttu alevler. Kadınlar çocuklar bir o yana
bir bu yana koşturuyor, hayvanları mı, evlerini mi, ağaçlarını mı koruyacaklarını
şaşırıyorlardı. Sonunda omuzları düşmüş, yüzleri isten görünmeyen çaresiz kadınlar
çocuklarını yamaçlarına alıp kayalığa çıktılar. Artık yakacak bir şey bulamayan
yangının küllenmesini beklediler. Akşam alaca karanlığa büründüğünde denizde
hiçbir zayiat vermeden dönen erkekler kara dumanları gördüklerinde anladılar olanı.
Dalgaları yenmişler ama bir kıvılcıma yenilmişlerdi.